DİKTATÖR ERDOĞAN KENDİ ÜLKESİNİ SOYDU

Gepubliceerd op 21 september 2025 om 20:28

Yazan: Göksu Başaran

 

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de sadece bir siyasetçi değil, aynı zamanda kendi ülkesini sömüren bir diktatör olarak görülüyor. Uluslararası kaynaklara göre Erdoğan’ın gizli servetinin 50 ila 150 milyar dolar arasında olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam yalnızca bir bireyin hırsının değil, aynı zamanda bir rejimin bütün mekanizmalarını kullanarak halkın kaynaklarını talan etmesinin sonucudur. Yıllardır süregelen ihalelerdeki şaibeler, devlet kaynaklarının yandaş şirketlere peşkeş çekilmesi, özelleştirme süreçlerinde yapılan usulsüzlükler ve vergi gelirlerinin şeffaflıktan uzak yönetilmesi, Erdoğan ve çevresinin bu muazzam serveti elde etmesinin arkasındaki en büyük nedenler olarak gösteriliyor. Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik kriz, enflasyonun rekor seviyelere ulaşması ve alım gücünün neredeyse sıfırlanması, halk ile iktidar arasındaki uçurumun her geçen gün daha da büyüdüğünü gözler önüne seriyor.


 

 

Türkiye’de milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşarken, Erdoğan’ın sarayında lüks içinde hayat sürmesi toplumsal öfkeyi daha da artırıyor. İşçiler emeğinin karşılığını alamıyor, emekliler ay sonunu getiremiyor, gençler gelecek umudunu yitiriyor. Barınma krizi nedeniyle öğrenciler parklarda, yurt bulamayan gençler sokaklarda kalmak zorunda bırakılıyor. Ancak tüm bu sefalet tablosuna rağmen Erdoğan’ın yurtdışındaki gizli hesaplarının ve offshore ağlarının büyümeye devam etmesi, iktidarın halkın kaynaklarını kendi çıkarı için kullanmaktan geri durmadığını ortaya koyuyor. Londra’dan Dubai’ye, İsviçre’den Karayip adalarına kadar uzanan mali bağlantılar, Türkiye halkının alın teriyle oluşturulmuş servetin yurtdışına kaçırıldığını açıkça gösteriyor.


 

“Yerli ve milli” söylemleriyle yıllardır halkı oyalayan Erdoğan, aslında en milli değerleri bile kendi çıkarı uğruna pazarlayan bir anlayışın temsilcisi haline geldi. Her fırsatta dış güçlere karşı sözde milli duruş sergileyen iktidar, perde arkasında ülkenin kaynaklarını yabancı bankalara, uluslararası yatırım ağlarına ve kişisel servet hesaplarına aktarmakta. Bu ikiyüzlü siyaset, sadece ekonomik açıdan değil, aynı zamanda ahlaki ve siyasi açıdan da Türkiye’yi çürütmüş durumda. Sarayda yapılan milyarlarca liralık israf, uçak filosuna katılan devasa lüks jetler, milyon dolarlık yazlık ve kışlık saraylar, Erdoğan’ın iktidarı yalnızca halka hizmet için değil, kendi servetini garanti altına almak için kullandığını bir kez daha ortaya koyuyor.

 

 

 

Erdoğan iktidarının en dikkat çekici yönlerinden biri de yolsuzlukların üstünün örtülmesi için medyanın ve muhalefetin sistematik olarak susturulmasıdır. Bugün Türkiye’de bağımsız gazeteciler yalnızca gerçekleri yazdıkları için cezaevine atılıyor, muhalif siyasetçiler yıllarca süren davalarla sindirilmeye çalışılıyor. Böylece halkın gerçekleri öğrenmesi engelleniyor ve Erdoğan’ın kurduğu düzen, sansür ve baskı yoluyla korunuyor. Herhangi bir demokratik ülkede büyük skandallara yol açacak yolsuzluk dosyaları, Türkiye’de ya kapatılıyor ya da soruşturma açılmadan unutturuluyor. Bu tablo, Erdoğan’ın diktatörlüğünün yalnızca siyasi değil, aynı zamanda ekonomik bir tiranlığa dönüştüğünü açıkça ortaya koyuyor.

 

 

 

Bugün milyonlarca yurttaş, temel ihtiyaçlarını karşılayamazken Erdoğan ve ailesi uluslararası basında sık sık ortaya çıkan gizli servetleriyle gündeme geliyor. Panama Belgeleri’nden Man Adası belgelerine kadar birçok sızıntı, Erdoğan’ın yakın çevresinin ve ailesinin gizli hesaplarını, sahte şirketlerini ve uluslararası para akışını ifşa etti. Ancak bu belgeler Türkiye’de gündeme dahi tam anlamıyla taşınamadı; çünkü her defasında yargı mekanizması devreye sokularak haberlerin önü kesildi, dosyaların üzerine gidilmesi engellendi. Bu durum, Erdoğan’ın neden her geçen gün daha otoriterleştiğinin de cevabıdır: Çünkü şeffaflık, hesap verebilirlik ve basın özgürlüğü, onun inşa ettiği servet imparatorluğunu tehdit etmektedir.


 

Erdoğan’ın diktatörlüğü sadece ekonomik boyutuyla değil, aynı zamanda toplumsal etkileriyle de Türkiye’yi çöküşe sürüklemiştir. Halkın umutları çalınmış, gençlerin geleceği yok edilmiştir. İnsanlar açlıkla mücadele ederken Erdoğan’ın milyarlarca dolarlık servet biriktirmesi, adaletin, eşitliğin ve demokrasinin tamamen ortadan kaldırıldığını simgelemektedir. Bugün yaşanan sefalet, yalnızca yanlış ekonomi politikalarının değil, bilinçli bir şekilde sürdürülen bir yağma düzeninin sonucudur. Erdoğan ve çevresi, kendi çıkarları uğruna ülkenin geleceğini satarken, halkı ise yalnızca susmaya ve boyun eğmeye zorlamaktadır.