
“Kalemleri Susturulmak İstenen Gazeteciler: Türkiye’de Kürt Basını”
Göksu Başaran
13 Ağustos 2025
Türkiye’de gazetecilik yapmak, baskılar, sansür ve ekonomik güvencesizlik nedeniyle zaten başlı başına zorlu bir meslek. Ancak söz konusu Kürt gazeteciler olduğunda bu zorluklar çok daha derin ve çok katmanlı hâle geliyor. Yerel ya da ulusal fark etmeksizin, hem sahada hem de masa başında iş bulma imkânları daralıyor. Kürtçe yayın yapan az sayıdaki medya kuruluşu sürekli erişim engelleri, baskınlar ve kapatmalarla karşı karşıya kalıyor. Ana akım medyada ise Kürt gazeteciler çoğu zaman kimliklerinden dolayı işe alınmıyor veya görünmez engellerle karşılaşıyor.
Siyasi baskılar, özellikle anti-terör yasaları kullanılarak sistematik hale getirilmiş durumda. Birçok Kürt gazeteci, yalnızca haber takibi yaptığı veya röportaj yaptığı için ‘terör örgütü propagandası’ ya da ‘örgüt üyeliği’ suçlamalarıyla gözaltına alınıyor, uzun tutukluluk sürelerine maruz kalıyor. Basın kartı verilmemesi, akreditasyon engelleri, tehditler, sosyal medyada hedef gösterme kampanyaları ve ekonomik baskılar, mesleki yaşamlarını doğrudan etkiliyor.
Bu tablo, Kürt gazeteciliğini yalnızca bir meslek alanı değil, aynı zamanda bir direnç pratiği haline getiriyor. Çünkü her haber, yalnızca bir bilgilendirme aracı değil; aynı zamanda var olma, kimlik koruma ve hak arama mücadelesinin parçası oluyor.
İş Bulma Sorunu
Kürt gazetecilerin Türkiye’de hem ulusal hem de yerel düzeyde kurumsal medyada yer bulması, sistematik engeller nedeniyle son derece zor. Ana akım medya kuruluşları, hem sahiplik yapıları hem de yayın politikaları gereği, Kürt kimliğine sahip veya Kürt meselesini ele alan gazetecileri çoğu zaman tercih etmiyor. Bu durum, açık bir şekilde “işe alınmama” olarak ortaya çıkabileceği gibi, daha örtülü biçimlerde —örneğin mülakat sürecinin uzatılması, pozisyonun iptal edilmesi ya da maaş beklentisinin “uygun bulunmaması” gibi gerekçelerle— de yaşanabiliyor.
Etnik kimlik temelli bu ayrımcılık, sahada haber takibi yapan muhabirler kadar masa başında çalışan editör, haber merkezi çalışanı ve görsel tasarımcı gibi pozisyonları da etkiliyor. Kürt gazeteciler, yalnızca kimliklerinden dolayı değil, haber konularında Kürt sorunu, insan hakları ihlalleri veya bölgede yaşanan çatışmalar gibi konulara yer vermeleri nedeniyle de “riskli personel” olarak görülüyor.
Kürtçe yayın yapan medya kuruluşlarının sayısı oldukça sınırlı. Mevcut örneklerden Mezopotamya Ajansı, Jin News ve geçmişte yayın yapan Özgür Gündem, Kürt gazeteciler için hem sahada hem masa başında istihdam sağlayan en önemli platformlar oldu. Ancak bu kurumlar, yıllardır sürekli baskınlar, gözaltılar, tutuklamalar ve internet sitelerine yönelik erişim engelleri ile karşı karşıya. Mezopotamya Ajansı’nın internet sitesi bugüne kadar onlarca kez erişime engellendi; Jin News muhabirleri defalarca gözaltına alındı; Özgür Gündem ise “terör propagandası” suçlamalarıyla tamamen kapatıldı.
Bu baskılar, Kürt gazeteciler açısından yalnızca mevcut işlerini kaybetme riski değil, aynı zamanda mesleki geleceğin belirsizliği anlamına geliyor. İşten çıkarılan veya çalıştıkları kurum kapatılan gazetecilerin yeni bir medya kuruluşunda iş bulması neredeyse imkânsızlaşıyor. Bazıları bağımsız gazetecilik yapmaya yönelse de, bu da hem maddi hem güvenlik açısından ciddi riskler barındırıyor.
Sonuç olarak, iş bulma sorunu yalnızca ekonomik bir mesele değil; aynı zamanda Kürt gazeteciliğinin varlığını sürdürebilme mücadelesinin en temel başlıklarından biri haline gelmiş durumda.
Muhalefet ve Destek
Türkiye’de muhalefet partileri, Kürt gazetecilere yönelik baskılar karşısında zaman zaman açıklamalar yapıyor, parlamentoda soru önergeleri veriyor veya basın toplantıları düzenliyor. Özellikle gözaltı ve tutuklama dalgalarında, muhalefet milletvekilleri kamuoyu önünde tepki göstererek “basın özgürlüğü” vurgusu yapıyor. Ancak bu tepkiler, genellikle sembolik düzeyde kalıyor. Kürt gazetecilerin iş güvencesi, mesleki koruma mekanizmaları ya da hukuki destek konularında doğrudan ve kalıcı çözümler üretilemediği için, bu açıklamalar sahada somut bir fark yaratmakta yetersiz kalıyor.
CHP ve Yeşil Sol Parti (eski HDP) gibi partiler, basın özgürlüğü ihlallerine karşı sıkça söz alsa da, medya sahiplik yapılarının büyük oranda iktidar etkisi altında olması, muhalefetin Kürt gazeteciler için doğrudan istihdam veya koruma alanı yaratmasını engelliyor. Özellikle Kürt sorununa dair haber yapan gazeteciler, muhalefet partilerine yakın medya organlarında bile sınırlı yer bulabiliyor; bu da sorunun yalnızca iktidarla sınırlı olmadığını, medya ekosisteminin genel yapısından kaynaklandığını gösteriyor.
Uluslararası insan hakları örgütleri, basın özgürlüğü platformları ve yazar örgütleri ise, bu noktada daha görünür ve sistemli bir destek sunuyor. PEN International, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Article 19 ve Committee to Protect Journalists (CPJ) gibi kuruluşlar, özellikle gözaltı ve tutuklama süreçlerinde kamuoyu baskısı oluşturuyor, davaları uluslararası gündeme taşıyor. PEN International’ın yazar Yavuz Ekinci davasındaki tavrı, bu destek mekanizmasının tipik bir örneği. Ekinci, sosyal medya paylaşımları nedeniyle “terör propagandası” suçlamasıyla yargılandığında, PEN International bu davayı “ifade özgürlüğüne doğrudan saldırı” olarak nitelendirmiş ve uluslararası çağrı yapmıştı.
Bu tür destekler, davaların görünürlüğünü artırsa da, Kürt gazetecilerin gündelik hayatında yaşadığı işsizlik, güvenlik kaygısı ve maddi zorlukları tek başına ortadan kaldırmaya yetmiyor. Ancak yine de, uluslararası desteğin özellikle yargı süreçlerinde koruyucu bir kalkan etkisi yarattığı, bazı durumlarda cezaların hafifletilmesine veya beraat kararlarının çıkmasına katkı sağladığı biliniyor.
Dayanışma Ağları
Türkiye’de artan baskılar ve iş bulma zorlukları karşısında, Kürt gazeteciler yalnızca bireysel direnişle değil, dayanışma temelli örgütlenmelerle de ayakta kalmaya çalışıyor. Bu dayanışma ağları, hem mesleki destek hem de hukuki ve psikolojik dayanışma sağlamak amacıyla kuruluyor.
Bu ağların en bilinen örneklerinden biri, Jin News. Tamamen kadın gazetecilerden oluşan bu platform, hem Kürt kadınlarının hikâyelerini görünür kılıyor hem de kadın gazetecilerin meslekte karşılaştığı cinsiyet temelli ayrımcılığa karşı ortak bir ses oluşturuyor. Jin News, yalnızca Kürt gazetecilerle değil, kadın hakları savunucuları, LGBTİ+ aktivistleri ve insan hakları örgütleriyle de ortak projeler yürütüyor. Bu sayede, gazetecilik faaliyetini yalnızca haber üretmekle sınırlı tutmayıp, aynı zamanda toplumsal mücadeleye entegre ediyor.
Mezopotamya Ajansı da benzer şekilde, sahada çalışan muhabirlerinden masa başındaki editörlerine kadar geniş bir dayanışma ağına sahip. Kurum, sık sık yaşanan baskınlar, gözaltılar ve erişim engelleri karşısında çalışanlarını yalnız bırakmıyor; hukuki destek, kamuoyu bilgilendirme ve uluslararası basınla temas gibi mekanizmaları devreye sokuyor. Mezopotamya Ajansı’nın örgütlenme biçimi, yalnızca bir haber ajansı değil, aynı zamanda bir dayanışma kolektifi olarak işlev gördüğünü gösteriyor.
Bu dayanışma ağlarının en önemli özelliklerinden biri, sınır aşan bir yapıya sahip olmaları. Avrupa’daki Kürt diasporası medya kuruluşları, Türkiye’deki gazetecilere hem maddi destek hem de haberlerin uluslararası dolaşıma girmesi konusunda katkı sağlıyor. Örneğin, bazı davalar ve gözaltılar, diaspora medyasının girişimleri sayesinde Avrupa Parlamentosu gündemine taşınabiliyor.
Bunun yanında, yerel çapta kurulan küçük gazeteci kolektifleri de var. Bu kolektifler, çoğu zaman resmi bir kurum çatısı altında olmasa da, bilgi paylaşımı, ekipman desteği, güvenli haber takibi ve kriz anlarında dayanışma gibi hayati işlevler görüyor.
Sonuç olarak, bu ağlar yalnızca mesleki bir destek mekanizması değil; aynı zamanda kimliğin, dilin ve hak mücadelesinin kolektif biçimde savunulduğu yapılar olarak öne çıkıyor. Kürt gazeteciler için dayanışma, bir seçenek değil, hayatta kalmanın ve mesleği sürdürebilmenin temel şartı.
Sonuç
Türkiye’de Kürt gazeteciler, mesleklerini icra ederken yalnızca mesleki zorluklarla değil, aynı zamanda kimlik temelli çok katmanlı baskılarla da karşı karşıya kalıyor. Etnik ayrımcılık, işe alım süreçlerinden haber konularının seçimine kadar her aşamada görünür veya örtülü biçimde varlığını sürdürüyor. Hukuki baskılar ise çoğu zaman “terör propagandası” veya “örgüt üyeliği” gibi ağır suçlamalar üzerinden işletiliyor; bu da gazetecilerin yalnızca işlerini değil, özgürlüklerini de riske atıyor. Medya tekelleşmesi, iktidar yanlısı sahiplik yapıları aracılığıyla ana akımda bağımsız haberciliğe yer bırakmazken, siyasi engellemeler de akreditasyon reddi, sahaya erişim kısıtlamaları ve hedef gösterme kampanyalarıyla kendini gösteriyor.
Muhalefet partilerinin gösterdiği tepkiler, sembolik önem taşısa da, sahada çalışan Kürt gazetecilerin güvenliğini, istihdamını veya hukuki korumasını sağlayacak somut adımlara dönüşmekte yetersiz kalıyor. Buna karşın, uluslararası dayanışma ağları ve Kürt medyası içindeki birliktelik, bu baskılar karşısında en güçlü savunma hattı olarak öne çıkıyor. Avrupa’daki diaspora medyası, uluslararası basın özgürlüğü örgütleri ve yerel dayanışma platformları, hem görünürlük hem de hukuki savunma açısından kritik bir rol oynuyor.
Tüm bu koşullar, Kürt gazetecilik faaliyetini yalnızca bir meslek olarak değil, aynı zamanda bir direniş pratiği olarak konumlandırıyor. Her haber, yalnızca bilgi aktarma amacı taşımıyor; aynı zamanda kimliğin, dilin ve hak mücadelesinin bir parçası haline geliyor. Bu nedenle, Kürt gazeteciler için mesleği sürdürmek, aynı zamanda varoluşsal bir mücadeleyi de devam ettirmek anlamına geliyor.