
Özel röportaj: Göksu Başaran
23 Ağustos 2025
Öncelikle seni tanımayanlar için, Beren Begali kimdir?
Beren Begali:
27 yaşındayım, İzmir’de doğup büyüdüm, aslen Dersimliyim. Zazaca başta olmak üzere, Anadolu’da ve Balkanlarda unutulmaya yüz tutmuş birçok farklı etnik dilde şarkılar ve türküler seslendiriyorum. Aynı zamanda hayvan hakları ve LGBT+ hakları savunuculuğu yapıyorum.
Müzik yolculuğun nasıl başladı? Çocukluktan mı geliyordu bu ilgi, yoksa sonradan mı gelişti?
Beren Begali:
Zazaca, çok kadim ve kulağa oldukça fonetik gelen bir dil. Babaannem ve baba tarafım Zazaca konuşuyordu. İstanbul’da öğrenci olduğum dönemde, Beyoğlu Taksim’de faaliyet gösteren Zaza-Der’de Zaza dili ve kültürü üzerine çalışmalarım oldu. Hıdır Eren’in düzenlediği kurs ve atölyelerde anadilimi geliştirdim. O dönem sahnelerimde zaten Zazaca söylüyordum fakat repertuvarımda ağırlıklı olarak Zazaca klamlar ve deyişlere yer vermeye başladım. Daha sonra ise Türkçesi “güneş gibi” anlamına gelen Ze Tica adlı bestemi yaptım.
Zazaca müzikle bağın nasıl kuruldu? Ailenden, çevrenden ya da kişisel bir tercihten mi doğdu?
Beren Begali:
Türkiye’de Zazaca ya da Kürtçe dillerde müzik yapmak, geçmişe göre belki biraz daha görünür ama hâlâ büyük riskler barındırıyor. Çünkü bu dillerde şarkı söylemek, ister sanatsal ister kültürel bir amaç taşısın, toplumda otomatik olarak politik bir yere çekiliyor. Devletin yıllardır sürdürdüğü inkâr ve asimilasyon politikalarının sonucu bu. Bir sanatçının yalnızca kendi anadilinde şarkı söylemesi bile bir direniş olarak algılanıyor. Hele ki Aleviysen ve bir de trans kadınsan, bu ülkede politik görünmemek imkânsız. Sen istemesen de sana dayatılan bir kimlik siyaseti var. Benim için Zazaca söylemek yalnızca bir müzik tercihi değil; hem bir hafızayı koruma çabası hem de varoluş mücadelesinin bir parçası.
Soru: “Hal Olmayınca” ve “Arix” çalışmalarında farklı dillerde şarkılar söyledin. Türkçe ve Kürtçe eserler üretirken seni en çok etkileyen şey neydi?
Beren Begali:
Benim için farklı dillerde şarkı söylemek, aslında farklı dünyalara açılmak demek. “Hal Olmayınca”da Türkçe üzerinden daha geniş bir kitleye seslenirken, “Arix”te Kürtçe’nin duygusal derinliği ve kültürel hafızası bana çok şey kattı. Dinleyicilerimden gelen geri dönüşler de bunun ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor. Gençlerden aldığım mesajlar, sahnede gördüğüm o samimi tepkiler, enerjimi hep yükseltiyor. Hatta bir keresinde bana gönderilen bir videoda, beş yaşındaki bir çocuk şarkılarımdan birini söylüyordu. O an kendi çocukluğumu hatırladım, küçük Beren’i gördüm. Ve anladım ki bu müzik sadece bugüne değil, gelecek kuşaklara da dokunuyor. İşte bu yüzden farklı dillerde üretmeye devam etmek benim için çok önemli.
Türkiye’de LGBT+ sanatçılar için alan açmanın zorluklarını nasıl değerlendiriyorsun? Sence sanat, LGBT+ görünürlüğünü artırmada nasıl bir rol oynuyor?
Beren Begali:
Türkiye’de LGBT+ bir sanatçı olarak alan açmak çok katmanlı bir mücadele. Önce pratik olandan başlayayım: Mekânlar, festivaller ve sponsorlar çoğu zaman “risk yönetimi” diyerek programdan çıkarabiliyor, içerikle ilgili dolaylı sansür uygulayabiliyor. Konserlerin “güvenlik” veya “kamu düzeni” gerekçesiyle iptal edildiğine sıkça tanık oluyoruz; bu da hem ekonomik sürdürülebilirliği hem de motivasyonu zorluyor. Medyada yer bulmak ayrı bir engel; anaakım görmezden gelebiliyor, dijital platformlarda ise nefret söylemi ve hedef göstermeyle uğraşıyoruz. Kesişimsellik boyutu da ağır: Zazaca/Kürtçe söyleyen, Alevi ve trans bir kadın olduğunda, ayrımcılık tek kanaldan değil, birkaç kanaldan aynı anda geliyor. Üstüne cinsiyet uyum sürecinin maddi-manevi yükleri ve prosedürel zorlukları eklenince, sanat kariyerini planlamak daha fazla emek ve kaynak istiyor.
Sanatın rolüne gelince: Sanat, görünürlüğü “tartışma” konusu olmaktan çıkarıp gündeliğin içine yerleştiriyor. Bir şarkı, bir dilin ve bir kimliğin varlığını normalleştiriyor; merakı ve empatiyi tetikliyor. Benim için Zazaca söylemek sadece estetik bir tercih değil, kültürel hafızayı canlı tutan bir pratik. Genç dinleyicilerden aldığım geri dönüşler —örneğin beş yaşındaki bir çocuğun Zazaca bestemden birini söyleyip annesinin videoya alması— bana şunu hatırlatıyor: Görünürlük, sadece sahnedeki bir an değil; yeni kuşakların dil ve kimlikle kurduğu sıcak, korkusuz bir bağ. İşbirlikleri, çok dilli repertuvar ve sahnede kurduğumuz güvenli alanlar, daha eşit bir kültür ortamının provasını yapmamızı sağlıyor. Türkiye’de alan daralsa bile, sanat sayesinde sahnemizi yine kuruyoruz — kimi zaman İstanbul’da küçük bir mekânda, kimi zaman Avrupa’daki bir festivalde.
Türkiye’de geçmişten bugüne LGBT+ sanatçıların görünürlüğü nasıl şekillendi? Bugün kendini bu zincirin neresinde görüyorsun?
Beren Begali:
Aslında mesele sadece bireysel sanatçılar değil, toplumsal hafızada LGBT+ görünürlüğünün nasıl bastırıldığı. Siz bir de bizleri düşünün; Huysuz Virjin, VJ Bülent ya da birçok trans oyuncu arkadaşımız yıllarca ekranlardan uzaklaştırıldı, mesleklerinden koparıldı ve yalnızlığa terk edildi. Kimsenin doğrudan Bülent’le ya da benimle bir kişisel meselesi yok aslında; mesele LGBT+’ların görünürlüğünü azaltmak, toplumdan silmek. Çünkü görünür olduğumuz her an, bu ülkedeki resmi normlara meydan okuyoruz.
Benim için sanat, tam da bu noktada hayati bir alan. Şarkılarım, sahnelerim, sosyal medyadaki paylaşımlarım sadece bireysel üretim değil; kolektif bir görünürlüğün parçası. Evet, sanat LGBT+’ların görünürlüğüne en çok katkı sunan alanlardan biri. Ama aynı zamanda en çok baskı gören alanlardan biri de sanat. Bugün hâlâ sahneden, televizyondan, hatta sokaktan dışlanmaya çalışılsak da biz varlığımızı sanat yoluyla görünür kılmaya devam ediyoruz.
Sanatın LGBT+ görünürlüğündeki rolünü nasıl değerlendiriyorsun?
Beren Begali:
Sanat, LGBT+ görünürlüğünü artırmada elbette çok önemli bir yere sahip. Zaten tam da bu yüzden her alanda sansüre maruz kalıyoruz. Yakın zamanda Melike Şahin’in klibinde yer alan LGBT+ dansçılar yüzünden, Melike Türkiye’de büyük bir linç kampanyasına uğradı. Bu örnek bize şunu gösteriyor: Sadece LGBT+ sanatçılar değil, LGBT+ bireylerle dayanışma gösteren ya da onları sahnesine, klibine taşıyan sanatçılar bile bu önyargının hedefi haline gelebiliyor. Yani mesele bireylerin kimliğiyle sınırlı değil; LGBT+ varlığının kamusal alanda görünür olması başlı başına bir tehdit gibi algılanıyor. Ama tam da bu yüzden sanat, görünürlüğümüz için vazgeçilmez bir mücadele alanı olmaya devam ediyor.
Seni dinleyen kitlenin profili nasıl? Onlardan nasıl geri dönüşler alıyorsun?
Beren Begali:
Beni dinleyen kitle, gerçekten müzikaliteden anlayan; müzikte yaşanmışlık, derinlik arayan ve dinlediği müzikten beslenmek isteyen bilinçli bir dinleyici kitlesi. Dolayısıyla sahnede ya da sosyal medyada onlarla karşılıklı olarak birbirimize ilham oluyor, enerji veriyoruz. Bunun dışında özellikle Zazaca ve Kürtçe müzik dinleyen gençlerin ilgisini görüyorum. Ve en önemlisi, LGBT+ bireylere ilham olduğumu da biliyorum. Bu yönde bana çok fazla mesaj geliyor; çoğu da gizli profillerden. O mesajlarda paylaşılan cesaret, umut ve dayanışma bana da güç veriyor.
Röportajı senin cümlenle kapatalım. Okuyuculara tek bir cümle söyleme şansın olsa, bu ne olurdu?
Beren Begali:
Her röportajımda olduğu gibi bu röportajımı da aynı cümleyle bitireyim:
“Hak ve özgürlüklerin için diren, lubunya!”