Aile ve Dostluğun Görünmez Çatlağı: "Eniştecilik"

 

Nesli Doğa Solmaz

14 Ağustos 2025

 

Hayat bazen en ağır darbeyi, en uzaklardan değil, en yakınımızdan indirir. Güvendiğimiz dost, omuz omuza büyüdüğümüz kardeş, aynı sofrayı paylaştığımız aile…Hepsiyle kurduğumuz bağ, görünmez bir cam gibidir; sağlam sanırız ama tek bir darbe her şeyi tuzla buz edebilir.

Peki ya o darbe, en beklenmedik yerden, aile içinden gelirse? İşte adı kolay söylenmeyen, konuşulması zor ama yaşandığında derin yaralar açan bir gerçek: Eniştecilik.

Sessiz ilerler, ilişkileri kemirir, dostlukları çürütür. Ve çoğu zaman, herkes fark ettiğinde artık çok geçtir…


Bu kavram, aslında görmezden gelindiğinde yıllarca sessizce büyüyen bir fay hattı gibidir. 
Eniştecilik, arkadaş veya akraba ilişkilerinde, güven duygusunu temelinden sarsan sınır ihlallerinin adıdır. Bazen masum sohbetlerle başlar, bazen de “şaka” diye geçiştirilen bakışlarla… Ama her defasında, ilişkilerin görünmez dokusuna küçük ama derin bir yırtık açar.

Modern dünyada sosyal çevreler iç içe geçtikçe, roller ve mesafeler bulanıklaştıkça, bu tür ihlaller daha kolay yaşanır hale geliyor. Bireyin kendine olan güveni zedelenir, aile içinde huzur yerini gerginliğe bırakır, dostluklar ise sessizce çözülür.

En tehlikelisi de, bu durumun çoğu zaman “normalleştirilmesi” ve dile getirildiğinde bile hafife alınmasıdır. Oysa en büyük ihanet, en yakınından gelen ve en çok sessizce saklanandır.

 

Tarih ve Kültür Arasında Sınırlar


Eniştecilik, yalnızca modern dünyanın ortaya çıkardığı bir sosyal yara değil; kökleri insanlık tarihi kadar eskiye dayanıyor. Tarih boyunca toplumlar, aile bağlarını korumak ve nesiller arası güveni sağlamak için görünmez ama güçlü sınırlar çizdi.

Antik Roma’da akrabalar arası ilişkiler yalnızca ahlaki bir   mesele olarak değil, aynı zamanda hukuki bir düzenleme alanı olarak görülürdü. Roma Hukuku, aile içi rollerin ve sınırların korunmasına büyük önem verirdi.

Orta Çağ’da ise evlilikler ve aile ilişkileri, sadece duygusal değil, politik ve ekonomik ittifakların temel taşlarıydı. Bu yüzden aile bütünlüğünü sarsabilecek her tür yakınlaşma, toplumsal normlar ve dini otoriteler tarafından sert biçimde kısıtlanırdı.

Bugünse sahne farklı: bireysel özgürlükler ve kişisel tercihler daha çok öne çıkıyor. Ancak bu, etik sınırların ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Modern toplumlarda da aile bütünlüğünü korumak, güveni ve saygıyı sürdürmek, hâlâ ortak bir toplumsal refleks.

Yani ister geleneksel bir köy toplumunda olsun, ister modern bir metropolde… Eniştecilik gibi sınır ihlalleri, her dönemde ailelerin ve dostlukların en hassas sinirine dokunur. Çünkü bağları yıkan şey, zaman değil; güvenin ihlali ve saygının kaybıdır.

 

Psikolojinin Gözüyle Eniştecilik


Eniştecilik, çoğu zaman sadece “yanlış bir davranış” olarak değil, derin bir empati eksikliği ve sınır bilincinin zayıflığı olarak ortaya çıkar. 
Böyle durumlarda karşı tarafın duyguları, güveni ve özel alanı hiçe sayılır; “yakınlık” bahanesiyle kişisel sınırlar ihlal edilir.

Mağdur üzerindeki etkiler ise yalnızca anlık bir rahatsızlıkla sınırlı kalmaz, uzun vadeli ve çok katmanlıdır:

  • Güvenin Çökmesi: Mağdur, sadece ilgili kişiye değil, genel olarak yakın çevresine karşı da mesafe koymaya başlar. “Kimseye güvenemem” düşüncesi yerleşir.
  • Duygusal Travma: Beklenmedik bir ihanet duygusu, kişide öfke, utanç ve değersizlik hissi yaratır. Bu durum, depresyon veya kaygı bozukluğu gibi psikolojik sorunlara zemin hazırlayabilir.
  • Aile ve Sosyal İlişkilerin Bozulması: Olay yalnızca iki kişi arasında kalmaz; aile bağlarında çatlaklar oluşturur, taraflar arasında kalıcı küslüklere neden olur.
  • Kendini Sorgulama: Mağdur, kendi davranışlarını, kıyafetlerini veya sözlerini gereksiz yere suçlayabilir. Oysa sorun, tamamen sınır ihlalini yapan kişidedir.
  • Yalnızlaşma: Güven kaybı ve tekrar benzer bir durum yaşama korkusu, mağduru sosyal hayattan uzaklaştırabilir.

En tehlikelisi ise, bu etkilerin çoğu zaman sessizlik içinde yaşanması. Mağdur, aile içi huzuru bozmamak veya “abartılı” bulunmamak için susar; fakat bu suskunluk, travmanın derinleşmesine yol açar. Sessizlik büyüdükçe, eniştecilik yalnızca bir bireyin değil, tüm bir ailenin ruhsal dokusunu zedeler.

 

Gözle Görülen Gerçekler

1 – Uzun Süreli Arkadaşlıkta Sınır İhlali

Yıllarca aynı sofrayı paylaşmış, iyi günde kötü günde yan yana durmuş iki arkadaş düşünün. Biri, diğerinin eşine karşı açık veya gizli şekilde uygunsuz bir ilgi göstermeye başlıyor.

 • İlk başta bakışlar, küçük imalar, fazla samimi sözler   şeklinde başlar.

Mağdur olan eş, rahatsızlığını dile getirdiğinde ise “Yanlış anladın” ya da “Şakaydı” gibi bahanelerle geçiştirilir.

Zamanla arkadaşlık bağı çatırdar; taraflardan biri yalnızca eşiyle değil, çocuklarıyla bile bu kişi arasında mesafe koymak zorunda kalır.

Sonuçta, yılların dostluğu, onarılması zor bir güvensizlik duvarına çarpar.

2 – Aile İçinde Eniştecilik

Aile bireyleri arasındaki bağlar, güven üzerine kurulur. Ancak bir eniştenin, kardeşinin eşine karşı uygunsuz ilgi göstermesi, bu güvenin temeline dinamit koyar.

  • Aile toplantılarında gergin bakışmalar, ima dolu konuşmalar başlar.
  • Eşler arasında huzursuzluk çıkar; kardeşler birbirine düşebilir.
  • Aile büyükleri, olayı kapatmak yerine taraf tutmaya başlarsa, bu durum yıllarca sürecek kırgınlıklara dönüşür.
  • Sonuçta aile, görünürde bir arada olsa bile duygusal olarak bölünür.

3 – Sosyal Çevrede Güvenin Çöküşü

Bu tür sınır ihlalleri yalnızca iki kişi arasında yaşanmaz; çevreye yayıldığında daha da yıkıcı olur.

  • Olay, dedikodu malzemesi haline gelir.
  • Mağdur, hem ailesinde hem sosyal çevresinde “olayın içine çekilmiş” kişi olarak etiketlenir.
  • Olayı gerçekleştiren kişi, kimi çevrelerde savunulurken, diğerlerinde dışlanır; böylece sosyal gruplar arasında bölünmeler başlar.
  • Güvenin yerini kuşku alır; insanlar, en yakın ilişkilerinde bile kendilerini koruma refleksiyle hareket etmeye başlar.

Bu örnekler, sağlıklı sınır bilincinin sadece bireyler arasındaki değil, aile ve sosyal çevredeki huzurun korunması için ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. Sınırlar net olduğunda, güven de sağlam kalır. Ancak sınır ihlalleri başladığında, hiçbir ilişki aynı kalmaz; onarılması yıllar sürecek çatlaklar ortaya çıkar.


Toplum ve Aile Üzerindeki Etkiler

 

Bu yaşanmışlıklar, en yakın çevredeki güvenin nasıl sarsılabileceğini ve “en içten” ilişkilerin bile tek bir sınır ihlaliyle nasıl kırılabileceğini çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. Her biri, enişteciliğin farklı yüzlerini ve yarattığı uzun vadeli etkileri gösteriyor:
Eniştecilik, sadece iki kişi arasındaki uygunsuz bir yakınlaşma değil; hem bireylerin hayatını hem de toplumsal yapıyı etkileyen çok katmanlı bir sorundur. Bu durum, aile bağlarını zedeleyerek, sosyal çevrede güveni sarsarak ve toplumun etik değerlerini tartışmaya açarak derin bir etki yaratır.

1 - Aile İlişkileri – Güven Temelinin Çöküşü

Aile, üyeler arasındaki karşılıklı güven üzerine kurulur. Eniştecilik gibi bir sınır ihlali:

  • Aile üyeleri arasındaki sadakat bağını kırar.
  • Eşler ve kardeşler arasında kalıcı mesafeler yaratır.
  • Aile toplantılarını, bayramları ve özel günleri gerginlik alanına çevirir.
  • Çocuklar için bile aile ortamının güvenilirliği sorgulanır hale gelir.

Bu kırılma, çoğu zaman yıllarca tamir edilemez ve aile içi iletişimi kalıcı olarak zayıflatır.

2 - Arkadaş Çevresi – Sosyal Güvenin Kaybı

Arkadaş grupları, samimiyet ve güven temeli üzerinde var olur. Ancak bir bireyin arkadaşının eşine veya partnerine ilgi göstermesi:

  • Gruptaki herkesin birbirine bakışını değiştirir.
  • İnsanların sınırlarını daha sert şekilde çizmelerine ve mesafeli davranmalarına yol açar.
  • Dedikodu, kutuplaşma ve taraf tutma gibi yıpratıcı süreçleri tetikler.

Böylece, uzun yıllar emek verilerek oluşmuş sosyal bağlar bir anda çözülmeye başlar.

 

Normlar – Etik ve Özgürlük Dengesi

 

Modern dünyada bireysel özgürlükler ön plandadır. Ancak hiçbir özgürlük, başkasının güven alanını ihlal etme hakkı vermez. Eniştecilik, toplumu şu soruyla baş başa bırakır:

“Kişisel çekim ve özgürlük nerede biter, etik sorumluluk nerede başlar?”

Bu soru, sadece ahlaki değil, toplumsal düzeni ilgilendiren bir tartışmadır. Toplum, bu dengeyi sağlamak için hem kültürel bilinç hem de hukuki ve sosyal normlar geliştirmek zorundadır.
Uzmanlar, enişteciliğin yarattığı tahribatın ancak eğitim, toplumsal farkındalık ve açık iletişim kültürü ile azaltılabileceğini vurguluyor. Çünkü sınır bilinci, sadece bireysel değil, kolektif bir toplumsal refleks haline geldiğinde kalıcı bir çözüm mümkün olur.

 

Unutmayalım: Sağlıklı ilişkiler, karşılıklı saygı ve net sınırlar üzerine inşa edilir. Sınırları korumak, yalnızca bireysel bir tercih değil; toplumsal huzuru ayakta tutan görünmez bir sözleşmedir. Eniştecilik gibi ihlallerin etkisini azaltmanın yolu, farkında olmak, konuşmak ve bilinçli davranmaktan geçer.