
Muhafazakâr LGBTİ+ Bireyler Neden Ezan Okumuyor?
Göksu Başaran
13 Ağustos 2025
“Allah katında üstünlük takvadadır. Peki, toplum katında üstünlük hangi kimliktedir?”
Ezan, İslam toplumlarında yalnızca ibadete çağrı değildir; aynı zamanda inancın, aidiyetin ve toplumsal görünürlüğün simgesidir. Minarelerden yükselen her ezan, hem dini hem de kültürel bir kimlik beyanıdır. Müezzinlik görevi, bu nedenle yalnızca teknik bir sorumluluk değil; aynı zamanda “toplumun kabul ettiği bir temsil makamı” anlamına gelir.
Fakat dikkat çekici ve çoğu zaman görmezden gelinen bir gerçek var: Türkiye ve benzeri muhafazakâr toplumlarda muhafazakâr LGBTİ+ bireyler ezan okumaz… Aslında okumak isteseler bile okuyamaz.
Bu durum, çoğu kişinin düşündüğü gibi yalnızca “kişisel tercih” meselesi değildir. Aksine, derin bir yapısal dışlanma mekanizmasının sonucudur.
- Dini kurumların ideolojik tavrı, LGBTİ+ kimlikleri meşru görmez ve onları görevlerden dışlar.
- Toplumsal önyargılar, LGBTİ+ bireyleri “günahkâr” veya “örnek olamaz” etiketleriyle mahkûm eder.
- Görünürlük riski, bu bireyleri hem sosyal hem de fiziksel saldırıya açık hale getirir.
Dolayısıyla mesele, “neden okumuyorlar?” sorusundan ziyade, “neden okumalarına izin verilmiyor?” sorusunu sormayı gerektirir. Bu, yalnızca bir ibadet pratiği değil; inanç özgürlüğü, eşitlik ve insan onuru meselesidir.
Toplumsal Baskı ve Dışlanma Mekanizması
Muhafazakâr toplumlarda LGBTİ+ kimlikler, yalnızca “özel hayat tercihi” olarak değil, doğrudan “dini normlara aykırılık” olarak etiketlenir. Bu etiketleme, dini alanda görev almak isteyen LGBTİ+ bireyler için görünmez ama çok güçlü bir bariyer oluşturur.
Cami görevliliği — özellikle müezzinlik — toplum nezdinde yalnızca teknik bir görev değil, dindarlığın zirvesi olarak görülür. Bu pozisyon, cemaatin gözünde yüksek bir ahlaki temsil gücüne sahiptir. Dolayısıyla bu görevlerde yer alacak kişilerin, toplumun “örnek insan” tanımına uyması beklenir. Bu tanım ise heteroseksüel, cisgender, geleneksel erkeklik/kadınlık normlarına uyan kişilerle sınırlıdır.
- Ahlaki Yargıların Önceliği
- Açık kimlikli bir LGBTİ+ birey ezan okuduğunda, toplumdan gelecek ilk tepki çoğu zaman teolojik değil, ahlaki yargı temelli olur:
- “Böyle biri dindar olabilir mi?”
- “Bu ses Allah’ın evinde yankılanmamalı.”
- “Cemaatin önünde günahkâr biri duramaz.”
Bu söylemler, dini bilgiye değil, önyargıya dayalıdır.
- Söylenti, Dışlanma ve Şiddet Riski
- Toplumun LGBTİ+ kimliğe dair algısı genellikle kulaktan dolma bilgiler ve yanlış yargılarla şekillenir. Bu nedenle:
- Bir LGBTİ+ bireyin ezan okuması, mahalle içinde hızla yayılan bir söylentiye dönüşür.
- Bu söylentiler, kişinin yalnızca camiden değil, sosyal çevresinden de dışlanmasına yol açabilir.
- Daha tehlikelisi, bu durum fiziksel şiddet riskini artırır. Özellikle trans bireyler, dini alanda görünür olduklarında saldırıya uğrama ihtimaliyle karşı karşıya kalır.
Sonuç olarak, muhafazakâr çevrelerde LGBTİ+ bireyler için dini görev almak, yalnızca bir ibadet hizmeti değil; aynı zamanda hayatta kalma riski taşıyan bir eylemdir. Bu nedenle birçok kişi, kendini korumak için dini alanlardan bilinçli olarak uzak durur.
Diyanet ve Kurumsal Engeller
Türkiye’de camilerin yönetimi ve dini hizmetlerin yürütülmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) tarafından merkezi olarak düzenlenir. Müezzinlik, imamlık veya Kur’an kursu öğreticiliği gibi görevler, doğrudan Diyanet’in personel politikalarına ve ideolojik çizgisine bağlıdır.
Diyanet’in resmi fetvalarında LGBTİ+ kimlikler, “İslam ahlakına aykırı” ve “haram” olarak tanımlanır. Bu söylem, yalnızca teolojik bir yorum değil; aynı zamanda kurumsal ayrımcılığın gerekçesi haline gelmiştir. Sonuç olarak, LGBTİ+ bireylerin dini görevlerde yer alması fiilen imkânsız hale gelir.
- Mevzuatta Açık Yasak Olmaması
Türkiye’de yürürlükte olan Diyanet mevzuatında, “LGBTİ+ kimlikli kişiler cami görevinde bulunamaz” şeklinde açık bir madde yoktur. Ancak personel alım kriterleri, dolaylı yollarla ayrımcılık yapmaya uygundur. Örneğin:
- Adayların “ahlaki durumunun” Diyanet ilkelerine uygun olması gerekir.
- Mülakatlarda kişisel yaşam, giyim, ses tonu, saç stili gibi unsurlar “uygunluk” kriteri olarak değerlendirilir.
- LGBTİ+ kimliğe dair herhangi bir ima, elenme sebebi olabilir.
- Başvuru Aşamasında Ayrımcılık
- LGBTİ+ bireyler, başvuru sürecinde çoğu zaman kimliklerinden veya dış görünümlerinden ötürü dezavantajlı konuma düşer.
- Trans bireyler, kimlik belgelerindeki cinsiyet bilgisi ile fiziksel görünümleri arasındaki fark nedeniyle doğrudan hedef alınır.
- Açık kimlikli gey veya lezbiyen bireyler, “cemaate örnek olamaz” gibi gerekçelerle reddedilir.
- Mülakat komisyonları, adayların dini bilgisinden ziyade, toplumun beklentisine uygun “geleneksel erkek” veya “geleneksel kadın” imajı taşıyıp taşımadığını önemser.
- Kurumsal Söylemin Caydırıcı Etkisi
Diyanet’in LGBTİ+ karşıtı söylemi, bu kimliğe sahip kişilerin başvuru yapma ihtimalini baştan azaltır. Çünkü insanlar, başvurunun baştan reddedileceğini bilir ve kurumsal aşağılamaya maruz kalmak istemez. Böylece sistematik görünmezlik oluşur: Başvurular yapılmaz, yapılırsa kabul edilmez, dolayısıyla LGBTİ+ bireylerin varlığı cami görevlerinden tamamen silinir.
Bu nedenle sorun sadece bireysel önyargılardan değil, kurumsallaşmış ideolojik engellerden kaynaklanır. Bu engeller, dini alanı kapalı bir alan haline getirerek, İslam’ın evrensel eşitlik anlayışını toplumsal ve politik bir dar çerçeveye hapseder.
Kimlik Çatışması ve Görünmezlik Stratejisi
Bazı muhafazakâr LGBTİ+ bireyler, inançlarını yalnızca bir kültürel aidiyet olarak değil, günlük hayatlarının merkezine koyarak yaşar. Namazlarını aksatmaz, oruçlarını tutar, dini sohbetlere katılır, hatta dini ilimlerle meşgul olurlar. Yani imanla kurdukları bağ güçlüdür ve samimidir. Ancak mesele kamusal dini görevler — özellikle de ezan okumak gibi topluluk önünde, dikkat çeken ve sembolik gücü yüksek bir rol — olduğunda, bu bireyler geri çekilir.
Bunun nedeni, toplumun onlara bakış açısında gizlidir:
- Ezan okuyan bir kişinin sesi, yalnızca cami cemaati tarafından değil, tüm mahalle tarafından duyulur. Bu durum, kişiyi görünür kılar.
- Görünürlük, beraberinde dedikodu, sorgulama ve “O kim?” sorularını getirir.
- LGBTİ+ kimliğe dair herhangi bir ima bile, muhafazakâr çevrelerde sosyal linç, dışlanma ya da fiziksel şiddet riskini doğurur.
Bu yüzden birçok muhafazakâr LGBTİ+ birey, dini görevlerde kamusal görünürlükten bilinçli olarak uzak durur.
- Bu, inanç eksikliğinden ya da dini görevleri yerine getirmek istememekten kaynaklanmaz.
- Tam tersine, ibadetlerini gizli yapmak, onların inançlarını korumak için seçtikleri savunma mekanizmasıdır.
Bu strateji, psikolojik olarak iki katmanlıdır:
- İçsel Koruma: İnançla kimlik arasındaki çatışmanın yarattığı duygusal yükü azaltmak.
- Dışsal Koruma: Toplumsal önyargı, dedikodu, şiddet ve işten/çevreden dışlanma gibi risklerden kaçınmak.
Sonuçta, muhafazakâr LGBTİ+ bireylerin ezan okumaması, pasif bir tercih değil, aktif bir hayatta kalma stratejisidir. Çünkü onlar için görünürlük, yalnızca “seslerini duyurmak” değil; aynı zamanda “kimliklerini hedef haline getirmek” anlamına gelir.
Teolojik Çelişki ve Toplumsal Gerçeklik
Kur’an’da veya sahih hadislerde, ezanı kimin okuyabileceğine dair cinsiyet, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği temelli bir sınırlama bulunmaz. Ezanın geçerli olması için tek şart, doğru telaffuz ve niyetin Allah rızası için olmasıdır. İslam fıkhı açısından, ezan bir “çağrı”dır; bu çağrının kim tarafından yapıldığı, sesin niteliği ve samimiyet dışında bir ölçüte bağlanmamıştır.
Buna rağmen, günümüz Türkiye’sinde ve birçok İslam ülkesinde ezan okuma görevi, toplumsal olarak heteroseksüel, cisgender ve erkek kimliklere adeta “özel” olarak tahsis edilmiştir. Bu, dini bir zorunluluktan değil, toplumun kültürel kodlarından ve politik dini yönetim anlayışından kaynaklanır.
• İslam’ın Evrensel Eşitlik İlkesi ile Çelişki
İslam’ın temel prensiplerinden biri, Allah katında üstünlüğün yalnızca takva ile olmasıdır (Hucurat 13). Bu ilke, biyolojik özellikleri veya cinsel kimliği değil, insanın ahlaki duruşunu ve samimiyetini ölçüt kabul eder. Dolayısıyla, bir LGBTİ+ bireyin imanlı, takvalı ve dini görevlerde ehil olması teolojik olarak engellenemez.
Ancak günümüz pratiklerinde, takva ölçütü yerini toplumsal normlara uyum ölçütüne bırakmıştır. “Müezzin olacak kişi toplumun beklentisine uymalı” anlayışı, dini ilkeleri gölgeler.
• Dini Değil, Toplumsal ve Politik Karar
LGBTİ+ bireylerin cami görevlerinden dışlanması, aslında dini bir hüküm değil, kurumsal ve politik bir tercihtir. Diyanet gibi resmi kurumlar, dini hizmetleri yürütürken kendi ideolojik çizgilerini uygular. Bu çizgide LGBTİ+ kimlikler “meşru” görülmediği için, bu bireylerin ezan okuması veya cemaat önünde dini görev alması engellenir.
Bu durum, dini alanı çoğulculuğa kapalı, homojen ve tek tip bir kimliğe sahip kişilere ait bir “özel alan” haline getirir. Böylece dinin evrenselliği yerine, toplumun dar kalıplarına hapsolmuş bir uygulama ortaya çıkar.
Sonuç
“Muhafazakâr LGBTİ+ bireyler ezan okumuyor” ifadesi gerçekte “okuyamıyor” anlamına gelir. Çünkü mesele kişisel tercih değil, sistematik dışlanmadır. Bu dışlanma, hem inanç özgürlüğünü hem de toplumsal eşitliği zedelemektedir.
Ezan, tüm inananların ortak değeridir. Onu kimliğinden dolayı birine yasaklamak, dini bir gerekçeye değil, önyargıya ve politik hesaplara dayanır.