Yazan: Göksu Başaran
Korku, Kaos ve Yeniden Biçimlendirme Sanatı
“Şok Doktrini” kavramı, gazeteci ve yazar Naomi Klein’in 2007’de yayımladığı The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism adlı eseriyle ortaya çıktı. Klein, modern kapitalizmin en karanlık yönünü, yani krizlerin bilinçli biçimde ekonomik ve politik kazanca dönüştürülmesini analiz etti.
Ona göre devletler ve küresel sermaye, toplumları felç eden bir şokla karşı karşıya bıraktıklarında halkın direnci kırılır. Bu anlar, yeni ekonomik düzenlerin ve otoriter yasaların sessizce dayatılması için en uygun psikolojik zeminleri yaratır.
Klein bunu şöyle açıklar: “İnsanlar şok altındayken, direnme refleksleri zayıflar. Korkunun hâkim olduğu anlar, yeniden biçimlendirme anlarıdır.”
Türkiye, bu doktrinin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal mühendislik alanında da nasıl kullanıldığının somut bir örneğidir. Krizler, rejimlerin dönüşümünü meşrulaştıran, halkı sessizliğe ve itaate yönlendiren sistematik araçlara dönüşmüştür.
1980 Darbesi: Neoliberal Dönüşümün Kanlı Girişi
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye’nin yakın tarihinde bir şok değil, doğrudan bir yeniden yapılanma operasyonuydu.
Darbe sonrası binlerce insan gözaltına alındı, sendikalar kapatıldı, medya denetim altına alındı. Bu ortam, yeni bir ekonomik paradigmanın önünü açtı.
Turgut Özal’ın liderliğindeki ekonomi kadroları, IMF ve Dünya Bankası reçetelerini hızla uygulamaya koydu. Devletin küçülmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, ithalata dayalı büyüme modeli ve dış borçlanma politikaları halkın sırtına bindirildi.
Toplum, askeri baskının yarattığı korku atmosferi içinde bu değişimi sorgulayamadı. 1980 darbesi, Türkiye’nin neoliberal dönüşümünü “kanlı bir şok”la başlatan dönüm noktasıydı.
2001 Ekonomik Krizi: Halkın Yıkımı, Sermayenin Kurtuluşu
2001 ekonomik krizi, milyonlarca insanın işsiz kaldığı, küçük işletmelerin battığı ve bankacılık sisteminin çöktüğü bir felaket dönemiydi.
Ancak bu kriz, IMF gözetiminde yeni bir ekonomik düzenin başlangıcına dönüştü.
Kamu kurumları özelleştirildi, eğitim ve sağlık sektörleri ticarileştirildi, kamu çalışanları üzerindeki baskılar arttı.
Toplum işsizlikle ve yoksullukla mücadele ederken, büyük sermaye grupları bu “şok”tan güçlenerek çıktı.
Bu süreç, Türkiye’nin sosyal devletten piyasa devletine geçişinin kalıcılaşmasını sağladı.
15 Temmuz 2016: Siyasi Şokun Kurumsal Yeniden Doğuşu
15 Temmuz’daki darbe girişimi, Türkiye’nin siyasal tarihinde büyük bir travmaydı. Ancak hemen ardından yaşananlar, klasik bir şok doktrini uygulamasını andırdı.
Devletin tüm kurumları hedef alınırken, toplum güvenlik söylemiyle yeniden hizalandı.
Olağanüstü Hâl ilan edildi. Binlerce kişi işten çıkarıldı, medya kuruluşları kapatıldı, muhalif sesler bastırıldı.
Bu dönem, demokrasiye dönüş değil, otoriterliğin kalıcı hale gelmesiydi.
Naomi Klein’in ifadesiyle: “Kriz anında halk, güvende hissetmek için özgürlüklerinden vazgeçmeye razı olur.”
Türkiye bu sözü birebir yaşadı; “güvenlik” adına özgürlük feda edildi.
6 Şubat 2023 Depremi: Felaketin Ekonomisi
Kahramanmaraş merkezli depremler, binlerce insanın yaşamını yitirdiği, milyonların evsiz kaldığı büyük bir trajediydi. Ancak bu trajedi, yine bir ekonomik ve politik fırsata dönüştürüldü.
Acil ihale yasalarıyla kamu kaynakları yandaş müteahhitlere aktarıldı. Bağımsız sivil yardımlar engellendi, eleştiren gazeteciler susturuldu.
Deprem, bir ulusal felaketten çok, rant ekonomisinin yeni zemini haline geldi.
Naomi Klein’in “disaster capitalism” tanımı bu tabloyu tam olarak açıklar: Felaketten kâr elde etme pratiği.
Medya Manipülasyonu ve Toplumsal Uyuşturma
Türkiye’de her şok döneminde medya, gerçeği değil, korkuyu üretir.
1980’lerde TRT sansürü, 2001’de IMF reçetelerinin “kurtuluş planı” olarak sunulması, 2016 sonrası “yerli ve milli medya” kampanyaları ve 2023 depremlerinde “devletimiz her yerde” sloganları…
Tüm bu dönemlerde medya, eleştirel değil, meşrulaştırıcı işlev gördü.
Toplumun belleği bu şekilde formatlandı; acılar hızla unutturuldu, hakikat yerini propaganda ile doldurdu.
Bu mekanizma, sürekli bir korku ve itaat döngüsü yarattı.
Sürekli Şok, Sürekli Yeniden İnşa
Türkiye’de krizler artık istisna değil, yönetim biçimi haline geldi.
Ekonomik çöküş, terör olayları, doğal afetler veya dış politika gerilimleri her defasında rejimin meşruiyet aracına dönüştü.
Bu sürekli şok hali, toplumu sürekli alarmda tutarak eleştirel düşünmeyi zayıflattı.
İnsanlar bugünün adaletsizliğini sorgulayamadan bir sonraki felakete hazırlanıyor.
Böylece rejim, toplumsal bilinci “sürekli kriz psikolojisi” içinde kontrol altında tutuyor.
Sonuç: Gerçeğin Şokuna Uyanmak
Türkiye’nin son kırk yılı, krizlerle yönetilen bir ülkenin hikâyesidir.
Her felaket, bir öncekini unutturmak ve bir sonrakine zemin hazırlamak için kullanılmıştır.
Naomi Klein’in sözleri bugün Türkiye için de geçerlidir: “Kriz anları, sadece sistemin çöküşü değildir; aynı zamanda yeni bir sistemin doğum sancısıdır.”
Türkiye’de doğan sistem, halkın değil, sermaye ve iktidar çevrelerinin çıkarlarına göre biçimlenmiştir.
Gerçek değişim, korkudan değil, hakikatten güç alan bir toplumsal bilincin inşasıyla mümkün olacaktır.
Kaynakça ve Kuramsal Çerçeve
Naomi Klein, The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism (2007)
IMF Türkiye Raporları (2001–2003)
TÜSİAD, 1980 Sonrası Dönem Ekonomi Analizleri
Bianet, DW Türkçe, T24 – OHAL ve medya raporları
Afet Bölgeleri İhale Belgeleri (2023)
PolicyGrey Analiz Arşivi