
Göksu Başaran
19 Ağustos 2025
Türkiye, 2025 itibarıyla Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 159. sıraya gerilemiş durumda. Bu tablo, iktidarın “özgürlük” söyleminin gerçekte neye dönüştüğünü açıkça ortaya koyuyor: susturulan gazeteciler, kapatılan medya organları ve karartılan gerçekler.
Anayasa’nın 26. maddesi düşünceyi açıklama, 28. maddesi ise basın hürriyetini garanti altına alıyor. Ancak kağıt üzerindeki bu maddeler, bugün yalnızca bir vitrin süsü haline gelmiş durumda. Hakların garanti altına alındığı söylenirken, pratikte toplumun en temel demokratik talepleri yok ediliyor.
AKP’nin Çelişkili Söylemi
AKP iktidara gelirken “yasakları kaldırma” vaadiyle geniş kitlelerin umudunu kazandı. Fakat bugün geldiğimiz noktada, Türkiye yasaklarla nefes alamaz hale getirildi. Bir zamanlar “özgürlük” vaat eden siyaset, şimdi yasakların mimarı. Gazeteciler mahkeme salonlarında, sosyal medya kullanıcıları savcılıkta, haber portalları BTK kararlarında boğuluyor. Türkiye’nin siyasi tarihi, bu kadar kısa sürede bu kadar keskin bir çelişkiyi nadiren gördü.
AİHM Standartları ve Demokratik Toplum İlkesi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları, basın özgürlüğünün “demokratik toplumun oksijeni” olduğunu defalarca vurgulamıştır. Buna rağmen Türkiye, bu ilkeyi sistematik biçimde ihlal eden ülkelerin başında geliyor. Sansürün gerekçesi “milli güvenlik” olarak sunulsa da, gerçekte bu güvenlikçi yaklaşım yalnızca iktidarın çıkarlarını koruyor. AİHM’in “zorunlu toplumsal ihtiyaç” şartı, Türkiye’de her geçen gün biraz daha yok sayılıyor.
Demokrasi Yerine Otoriterlik
Eğer bir ülkede vatandaş yalnızca iktidarın görmek istediği haberleri okuyabiliyorsa, orada basın özgürlüğünden değil, propaganda rejiminden söz edilebilir. Türkiye’nin geldiği nokta tam da budur. Susturulan basın, tek sesli ekranlar ve korkuyla yazan gazeteciler… Bu tablo, demokrasi maskesi altında kurumsallaşan otoriterliği gözler önüne seriyor.